şehitlik

ŞEHİT VE ŞEHİTLİK

Sözlükte şehit “kesin olarak bilen, bildiğini haber verme konusunda güvenilen kimse” demektir. Bu kelime Allah’a nisbet edildiğinde “her şeyi gözetlemiş gibi bilen, hiçbir şey ilminden gizli kalmayan” manasına gelir.

Şehit ve şahit Allah’ın (c.c.) güzel isimlerindendir. “Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına şahitdir. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle şahitdir (ki O'ndan başka Tanrı yoktur. O), azizdir, hakimdir.” (Âl-i İmrân, 94/18)

Şehâdet, olayı görenin veya orada bulunanın olay hakkında bildiğini söylemesidir. Gerçeği bilen ve söyleyene şahit, şehit, çoğulu şühedâ denilir. Allah yolunda öldürülen insan da bu mertebeye yükseldiği için şehit sıfatını kazanır.

Şehit, dinî bir terim olarak Allah yolunda öldürülen müslümanı ifade eder. Mahşer halkı, misk gibi yayılan kan kokusu ve vücudundan henüz yeni yaralanmışçasına akan taze kanı ile sadece şehitleri tanır, onların fazilet ve şerefine şahitlik eder. İşte bu sebepten dolayı  şehitlerin kanı ve cenazesi yıkanmaz. Hatta, Allah yolunda öldürülenlere niçin şehit denildiği tartışılırken "Şehitin şehit olduğuna şahidi vardır; o da kanıdır" denilmiştir. Şehit denilmesinin bir başka sebebi de, diri oldukları, ruhları cennete vardığı ve orada gördükleri nimetler içindir. Esasen :"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin; hayır onlar diridirler, ama siz farkında olmazsınız" [Bakara sûresi (2) 154] âyeti bunun delilidir. Şehitlerin, şehit oldukları andan itibaren ruhları cennete gidip orayı gördükleri halde, diğer mü'minlerin ruhları sadece kıyamette görecektir. Şehit denilmesinin bir başka sebebi, şehitin cennete gireceğine Allah ve melekler şahitlik ettiği içindir denilmiştir. Daha başka sebepler de sayılır. Burada önemli olan, şehitlik mertebesinin ne derece üstün ve faziletli bir makam olduğunu kavramaktır.

ŞEHİTLİKLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER

Kur'ân, Allah yolundaki savaşta öldürülen kimse­lerin, gerçekte ölmediklerini vurgulamaktadır.

“Allah yolunda öldürülenlere sakın “ölüler” demeyin. Çünkü onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara 2/154)

Bu âyet müslümanları, nefisle mücâhedenin ötesinde İslâmı yok etmeye azmetmiş din düşmanlarıyla mücadeleye ve onların vereceği sıkıntılara karşı sabır ve metânetli olmaya hazırlamaktadır. Hatta Allah yolunda seve seve can verip şehit olmaya teşvik etmektedir.

Bedir savaşında ensâr’dan sekiz, muhacirlerden de altı sahâbe şehit oldu. İnsanlar, Allah yolunda öldürülmüş olan bu kişiler için: “Falan öldü; dünya nimetlerinden ve lezzetlerinden mahrum kaldı” diyorlardı. Bu hâdise üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.


“Size Uhud’da bir yara dokunduysa, biliyorsunuz ki Bedir’de de düşmanlarınıza benzeri bir yara dokunmuştu. Biz, bu gâlibiyet ve mağlubiyet günlerini insanlar arasında döndürür dururuz. Allah, gerçekten iman edenleri ortaya çıkarmak ve sizden şehitler edinmek için böyle yapar. Yoksa Allah, zâlimleri sevmez. Bir de Allah, mü’minleri her türlü günah kirlerinden temizlemek ve kâfirleri helak etmek için böyle yapar. (Al-i İmran 3/140-141)

Müslümanlara Uhud’da bir mağlubiyet, acı ve yara dokunduğu gibi, Bedir’de de müşriklere benzeri bir mağlubiyet, acı ve yara dokunmuştu. Fakat müşrikler yenilmeleri sebebiyle zafiyet göstermemişler, cesaretlerini yitirmemişler, yeniden savaşmak üzere hazırlıklarını yapıp Uhud’a gelmişlerdi. Sonuçta belli bir başarı da elde etmişlerdi. Halbuki müslümanların bu hususta daha azimli, cesaretli ve kararlı davranmaları gerekir. Çünkü onlar, Allah’a ve âhirete iman gibi müşriklerde olmayan büyük nimetlere, şehit olmak gibi ulvî hedeflere sahiptiler.

 
“Allah yolunda öldürülseniz ya da başka bir şekilde ölseniz, şunu bilin ki, hiç şüphesiz Allah’ın bağışlaması ve rahmeti, kâfirlerin dünyada kalıp topladıkları her türlü menfaatten daha hayırlıdır.” (Al-i İmran 3/157)

Bir kişiye ölüm takdir edilmişse, o mutlaka ölecektir. Bu ölüm Allah yolunda olursa insan daha kazançlı çıkar. Aksi takdirde hiçbir şey elde edemeden yine ölüp gidecektir.

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Aksine onlar diridirler ve Rableri yanında rızıklanmaktadırlar.

O şehitler, Allah’ın kendilerine bağışladığı nimetlerle sonsuz bir mutluluk duyarlar. Arkalarından gelecek olup, henüz kendilerine katılmamış olan mücâhid kardeşleri adına da: “Onlara hiçbir korku yok, onlar asla üzülmeyecekler” müjdesiyle sevinirler.

Yine onlar, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine olan büyük lütfu ve ihsânıyla sevindikleri gibi, ayrıca Allah’ın, mü’minlerin mükâfatını zâyi etmeyeceği yolundaki va‘dinden dolayı da büyük bir sevinç duyarlar.” (Al-i İmran 3/169-171)

Şehitler Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bahşettiği husûsî bir hayatla diridirler. Allah’a yakın bir mevkî elde etmişler ve orada akla hayâle gelmez cennet nimetleriyle ikram olunmaktadırlar. Ölümden sonra sâlihlerin rûhları cennetteki güzel makâmlarını görüp sevinir, kötülerin rûhları da cehennemdeki yerlerini görüp elem ve ızdırap duyarlar. Şehitler ise yüce makamlarını görmekle kalmaz, Allah katında dünyadaki insanların topladığı şeylerden çok daha kıymetli ve daha büyük nimetlere mazhar olurlar.

Şehitler, kendilerine lûtfedilen nimetlere sevindikleri gibi geride bıraktıkları mü’minler ve özellikle kendilerinden sonra şehit olacak kişiler için de sevinir ve bunu onlara müjdelemek isterler. Çünkü kendileri gibi onlar için de hiçbir korku ve hüzün olmadığını ve onlara da muazzam nimetler lûtfedileceğini öğrenmiş, Allah’ın mü’minlerin ecrini eksiksiz verdiğini ayan beyân görmüşlerdir.

Bu yayınları beğenebilirsiniz